"Farklı Tarih" adlı e-derginin 5. sayısında "Türk Tarihinde Cengiz ve Timur" adlı, Mert Altaş imzalı bir makale yayımlanmıştır.
Bu makale baştan sona kadar, Hüseyin Nihâl Atsız'ın 1966 tarihli "Türk Tarihinde Meseleler" adlı kitabından intihaldir.
Tarihe merak ve emeğe saygı duyan herkesin bilgisine sunulur.
Gönderen
Açuk Bitig
02:24
Kazım Mirşan'ın ve destekçilerinin sürrealist historiyografi anlayışı eleştiriciler için bir arkeolojik saha niteliğindedir. Vurulan her kazma bir başka hatayı gözümüzün önüne getiriyor. İnsan, canı sıkıldığında bundan güzel uğraş mı bulabilir?
Bir süre önce (2009 olsa gerek, emin olamadık.) Hulki Cevizoğlu'nun sunduğu Ceviz Kabuğu programına katılan Haluk Tarcan, dünyanın ilk tarihçisinin "Bilge Atung Ukuk" olduğunu açıklamıştı. Bu okuyuşu yıllar önce Kazım Mirşan da önermişti ve bu nedenle 2002 yılında Osman Fikri Sertkaya tarafından sert bir şekilde eleştirilmişti.
Tarcan'ın iddiasına göre, Herodot'tan yüz sene kadar önce doğup M.Ö. 572-535 yılları arasında yaşamış olan Bilge Atung Ukuk, bir ordu kumandanıdır ve aynı zamanda hem Türklerin hem de dünyanın ilk tarihçisidir. "Pater Historiae" unvanını böylelikle Herodot'tan almaya hak kazanan Bilge Atung Ukuk'un kim olduğunu merak ettiniz mi? Biz ettik. Üstelik kendisinin bize hiç de yabancı olmadığını gördük.
Meraklısı için basit hesap:
Miladi bir yılın Türk takviminde karşılığını bulmak istiyorsanız, miladi yıla dokuz ekleyin, bulduğunuz sayıyı on ikiye bölün. Bölme işleminin kalanı:
1 ise sıçan yılı,
2 ise öküz yılı,
3 ise pars yılı
4 ise tavşan yılı,
5 ise ejder yılı,
6 ise yılan yılı,
7 ise at yılı,
8 ise koyun yılı,
9 ise maymun yılı,
10 ise tavuk yılı,
11 ise köpek yılı,
0 ise, domuz yılı
çevirmek istediğiniz miladi yılın karşılığıdır.
25 Aralık 2010 gecesi, Habertürk televizyonunda yayımlanan Tarihin Arka Odası programında Prof. Dr. Ahmet Taşağıl konuk idi.
Kendisini tanımayanlar için kısa bir bilgi verelim: Ahmet Taşağıl, Uygurlara kadar olan Türk tarihi konusunda önemli çalışmalar yapmış, "Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları" adlı, pek alternatifi bulunmayan bir eseri kaleme almış, Göktürkler adlı üç ciltlik eseri ile bu konudaki en önemli çalışmalardan birinin altına imza atmış, saygıdeğer bir hocamızdır.
Ahmet Hoca'nın programda söylediği bir söz, ortalığı yahut en azından konuyla ilgilenenlerin aklını fena karıştırdı. Kendisi, meşhur "Kür Şad"ın ve onun yaptığı söylenen ihtilalin hayal mahsulü olduğunu, böyle bir hareketin gerçek olmadığını ve ancak Chie-Shih-Shuai adlı Göktürk asilzadesinin bir girişiminin olduğunu, bu kişinin ise Kür Şad olmadığını söyledi. Kür Şad'ın ancak bir roman karakteri olduğu ve bu olayın da kurgu olduğu yine aynı programda dile getirildi.
Aklımızı karıştıran husus, Chie-Shih-Shuai'ın neden Kür Şad olarak kabul edilemeyeceği idi. Programda daha fazla ayrıntıya girilmedi ve Ahmet Hoca, "Göktürkler II'ye bakarlarsa görürler." demekle yetindi.
Biz de Göktürkler II'ye baktık, ne gördüğümüzü paylaşmak istedik. Ancak önce programda bahsi geçen romanda, yani Hüseyin Nihâl Atsız'ın yazdığı "Bozkurtların Ölümü" adlı eserde olayın nasıl anlatıldığını hatırlatalım.
İçinde bulunduğunuz zaman dilimi Orta Çağ ise ve yaşadığınız topraklara İç Asya deniliyorsa, sizin için iki yol vardır: Ya atınızla bir olur ve ömrünüzü onun üzerine savaşarak geçirirsiniz ya da bir yerde meskûn kalır ve birilerinin sizin için gelmesini beklersiniz.
Miladi 744 yılına kadar hiçbir Türk kavmi, ikinci seçeneği tercih etmemişti.
Kazım Mirşan, katıldığı ilk Ceviz Kabuğu programında herkesi şaşırtan iddialarda bulunmuştu. Hulki Cevizoğlu tarafından daha sonra "Tarih Türklerde Başlar" adı ile kitaplaştırılan bu programda en dikkat çekici iddialardan biri, Orhun Yazıtlarının yanlış okunduğu idi.
Mirşan'ın söylediğine göre, "Ötüken Yış" ifadesinin yanlış olduğunu kabul etmemiz gerek. Doğrusu "Ötken Yış"tır ve "geçerli anayasa" anlamına gelir.
Bizim "Ötüken" okuduğumuz, Mirşan'ın "Ötken" okuduğu kelime yazıtlarda şu şekilde yer alıyor:
Bu yazıdaki tamgalar sağdan sola şunlar: /ö, ü/, /t/, /ök, ük, kö, kü/, /n/.
Gönderen
Açuk Bitig
05:37
Hulki Cevizoğlu'nun Türk televizyon tarihinde bir yeri varsa, bunda herhâlde Ön-Türkler ile ilgili programlarının payı olmuştur. Bu programlardan birinde konuk Turgay Tüfekçioğlu idi.
Turgay Bey'i Kazım Mirşan'ı televizyon ekranları ile tanıştıran isim olarak biliriz. Yanlış hatırlamadığımızı umuyoruz. Kendisi de Sayın Mirşan'dan sonra ekranlarda Ön-Türkleri ve Türk dilinin tarihini anlatmaya devam etti. Bu amaçla katıldığı programlardan biri, yukarıda bağlantısını verdiğimiz Ceviz Kabuğu programı.
Program içerisinde Turgay Tüfekçioğlu'nun dile getirdiği birçok iddiadan biri, Kazım Mirşan'ın da söylediği üzere, Orhun (Orhon, Orkun) Yazıtlarının yanlış okunduğu idi. Bu yanlış okumalara bir örnek olarak, Göktürk (Kök Türük) adını verdi.
Turgay Bey'in tarihte kendisini Göktürk olan isimlendiren bir kavim olmadığı ve bizim bugün Göktürk dediğimiz insanların kendilerine "Türk" dediği konusundaki görüşü şüphesiz doğrudur. Göktürk (Kök Türük) ifadesi, yazıtlarda nadiren geçer ve buradaki "kök" ancak bir sıfattır. Bu kavmin adı Türük (Bir okumaya göre Törük) yahut Türk'tür.
Turgay Tüfekçioğlu, bunu söylemekle kalsa idi kendisine bir itirazımız olmazdı. Fakat o, bununla yetinmedi, "Kök Türük" okunuşunun da yanlış olduğunu ve bunun aslının "Ökük Türük" olduğunu söyledi. Bunu da tamgalara dayanarak açıkladı.
Bizim Kök Türük diye okuduğumuz, Turgay Bey'in Ökük Türük diye okuduğu kısım yazıtlarda şöyle geçiyor:
Gönderen
Açuk Bitig
03:53
Son on yılda Türk tarihinin eski devirlerine ilişkin tezlerin iki zıt kutuptan birinin müntesibi olmak zorunda olduğuna dair bir algı oluşmuş gibi gözüküyor. Bu algının köklerini araştıracak olsak, 1930'lardan bahsedebiliriz. Hatta meseleyi tarih yazımı ile iktidarın ilişkisine getirip asırlar öncesine de gidebiliriz. Ancak bizim bu serideki yazılarımız son döneme ilişkin olacak.
Devlet tarafından kabul gören tezlerdeki aksaklıklara duyulan tepkilerin makul sınırları aşıp en basit hakikati dahi inkâr eder hâle gelmesi şüphesiz rahatsız edicidir. Bunun karşısında, metodoloji desteğinden yoksun, akademik yeterliliği olmayan, efsaneye dayanan tezlerin bulunması, ayrıca rahatsız edicidir.
"Mirşanist tarih" tabiriyle kastımız, İslam öncesi Türk tarihi ve bilhassa Proto-Türk tarihi hakkında son dönemde ortaya atılan tezlerdir. Mezkûr tezlerin ortak noktasını, Türk tarihini ilmi usullerle desteklenemeyecek verilerle olduğundan daha eskiye götürmek, yazının icadını Türklere mal etmek gibi iddialar oluşturuyor. Turgay Tüfekçioğlu, Haluk Tarcan, Oktan Keleş gibi isimler tarafından da savunulan bu tezlerin en meşhur savunucusu Kazım Mirşan olduğundan biz de bu anlayışı "Mirşanist tarih" olarak tesmiye ettik.
Açuk Bitig, "Mirşanist Tarih" başlığını taşıyan yazılarında bu tezlerin eleştirisine yer verecektir.
"Çin Seddi Neden İnşa Edildi?" başlıklı yazımızda, Hunlara Türk denilmesindeki anakronizmin önemini hak etmediği ölçüde abartıp Hunları neredeyse Türklük ile ilgisiz bir topluluk hâline getirecek yorumlar yapanlardan bahsetmiştik. Şimdi, bu anakronizm ciddi araştırmacılar tarafından ne ölçüde dikkate alınıyor, buna değinmek gerek.
Yeni "tabu yıkma", "ezber bozma" modasının önde gelen ikonlarından Mümtaz'er Türköne, 2006 yılında birkaç yazı yazmış ve "bozkurt" meselesine değinmişti.
Önce Türköne'nin iddiasını özetleyelim, sonra cevabımıza geçelim.
Türköne, önce bir soru soruyor: Türklerde bir bozkurt efsanesinin olduğunu nereden öğrendik? Sonra sorunun yanıtını aramaya ihtiyaç duymadan cevabını da veriyor: Türklerin kurt efsaneleri yoktur. Bozkurt, bir Türk sembolü değildir. Bu, çok daha sonraları, yeni tarih tezleri ile "aşırılmış" veya "icat edilmiş"tir.
"Aşırmak" ile "icat etmek" arasında o kadar büyük bir fark var ki Türköne'nin bu iki fiilin arasına "veya" bağlacını koyması, onun konudan büsbütün habersiz olduğunu gösteriyor.
Bundan başka "Kurt göçebenin tek serveti olan sürülerin, özellikle küçük baş hayvanların en büyük düşmanıdır. Sürüye girdiği zaman sadece karnını doyurabileceği bir tek koyunla yetinmez. Önüne gelen koyunu boğazlar. Bu yüzden tarihimiz boyunca göçebe Türk toplumlarının -diğer bütün göçebe toplumlar gibi- en çok nefret ettiği yaratık kurt olmuştur." diyen de Türköne'nin kendisi.
Türk mitolojisinin incelenmesinde kullanılacak kaynakların pek azı yazılıdır. Yazılı tarihi kaynaklar çoğunlukla siyasi olaylarla ilgilidir ve Türk inanışlarına dair bilgileri bunların ancak satır aralarından çıkarabiliriz. Türk mitoloji sisteminde yer alan birçok Tanrı ve ruh ise, eski yazılı metinlerde kendilerine yer bulamamıştır ve biz bunları son devirlerde halk söylencelerinden derleyerek öğrenmişizdir.
Ülgen adı da böyle. Bu yüzden, Ülgen adı tam olarak nerede, ne zaman ve ne şekilde ortaya çıktı, bilmiyoruz. İsmin anlamını da...
Bazıları der ki, efendim, Türk inancının adı Şamanizmdir. Bazıları, Şamanizm genel bir inanış biçimidir, eski Türk inancı bunun bir parçasıdır, derler. Bir kısım insan, Şamanizm Tunguz inancıdır, Türkler Şamanist değildi ve değildir, derler. Bazıları ise, Şamanizm zaten bir din değildir, derler. Yorum gani...
İmdi, Şamanizm sözcüğünün Tunguzca rahip anlamına gelen şaman sözcüğüne, aşağı yukarı her dilde "Ayvayı yedik." anlamına gelen +ismos ekinin eklenmesi ile oluştuğunu hepimiz biliyoruz, değil mi? Tabii, hayır efendim, Tunguzlar bu kelimeyi Sanskrit'ten aldılar derseniz de ne diyeyim, belki doğrudur, öyle diyeni de duyduk. Ama mühim değil.
Gönderen
Açuk Bitig
03:32
Ch'in Shih Huang-ti'nin aklından ne geçtiğini kim bilir? Belki de çekik gözlü ve ak sakallı bir dede imparatorun rüyasına girmiş ve ona bu seddi inşa ettirmesini söylemiştir. Ancak bizim düşüncemiz, Çinlilerin bu seddi kuzeyli komşularından korunmak umudu ile inşa ettikleri yönünde.
Son derece muhalif, son derece cesur ve son derece bilinçsiz yeni tarih meraklılarının bazılarından duydum. Derler ki bu set Türklere karşı değil, Moğollara karşı inşa edilmiş. Bunu düşünmek lazım.
Gönderen
Açuk Bitig
02:25
Din savaşları yalnızca Avrupa'yı ve Ortadoğu coğrafyasını değil, İç Asya'yı da etkilemişti. Uygurlar, Tengriciliği terk ederek Maniheizm ve Budizm inançlarını benimsediler. Daha sonra ise İslam'ı...
Gönderen
Açuk Bitig
01:27
Irk Bitig, Uygurların Maniheist dönemine ait bir fal kitabı. Kitabın dili Uygurca, ancak Soğd alfabesi ile değil, Orhun yazısı ile yazılmış. Kitabın ne amaçla yazıldığı ve nasıl kullanıldığı başka bir yazımızın konusu olacak. Bu yüzden, Açuk Bitig'in yayımladığı bu ilk yazıda, kitaptan bir fotoğrafı ve bu fotoğrafta görülen kısmın çevirisini vermekle yetiniyoruz.